Her şey küçük bir lamba ile başladı. John Lesseter’ın yazıp yönettiği “Luxo Jr”, 1986 yılında gördüğü yoğun ilgiyle iki dakikalık kısacık bir animasyonda, yeni gelişen teknolojiden de faydalanarak yarattıklarının karşılığını “Oscar” adaylığı ile aldı. Kısa animelerle kendilerini deneyen bu yeni ekip “Pixar” adı altında 1995’te yine Lesseter’ın imzasını taşıyan “Toy Story” ile animasyon kavramının, animasyon filmlerinin çıtasını yukarıya çekmeyi başardı. Oyuncakların çocuk dünyasındaki önemini seyirciye çok güzel hissettiren film, izleyenlerin bir köşeye attığı oyuncaklarından özür dilemesini sağladı. Sadece küçüklere değil büyüklere de zevki anlar yaşatan filmin seslendirme kadrosunun da ünlü oyunculardan oluşması sağlam bir gişe başarısı da getirerek halen en iyiler arasında olmasını sağladı. Yakın zamanda üçüncüsünü izleyeceğimiz “Oyuncak Hikayesi” Pixar’ın lambayla yaktığı ışıktan aydınlanan kitlenin çoğalmasını sağladı. Bugün her yıl büyük gişe beklentisi altında gösterime giren animasyonların altında bu lambanın topla oynama isteğinin sevimliliği görülmekte.
“Kung-Fu Panda” da yeni dönem animasyon kalıplarına tamamen sadık bir ruha sahip… O ruhu sağlamak adına bir hayli uğraşılmış. Yapım ekibinin yola çıkışı ilk önceleri daha farklıymış. Kung-Fu parodisi yapmak üzere yola çıkılsa da ekibin büyük çoğunluğunun ünlü Kung-Fu dizisi başta olmak üzere o dönemin filmlerinin hayran olması her şeyi değiştirmiş.
Öykümüzün kahramanı Po, yakın zaman önce izlediğimiz benzer çizgideki “Yasak Krallık” filmin baş karakteri gibi dövüş ustası olmanın hayallerini kuran sıradan biri portresi çiziyor. Ama bu kez Kung-Fu’ya tezat bir şekilde bir Panda’nın hayalleri söz konusu. Üstelik babası bir kaz… Po’nun önündeki gelecek babası gibi erişte yapıp satmak gibi görünmekte. Bu durumu kabullenmek istemeyen Po, yeni ustanın seçileceği şenliğe davetsiz misafir olarak katılır ve büyük ustanın parmağıyla işaret ettiği kişi olur. Bu andan sonra da bir kahramana dönüşmek için önünde kısa zaman vardır.
Bir pandanın Kung-Fu yapması, form tutmak için yapması gereken antremanlar düşüncesinin gülümsetmesi dışında çok fazla güldürmeyen şekilde bir parça da klişe şekilde ilerliyor Po’nun hikayesi… Yapımcıların aldığı kararın kuşkusuz bunda payı büyük. Bir parodiye dönüşebilse mükemmel olabilecek bir konu çok tekdüze şekilde işlenerek sıradanlaştırılıyor.
Son dönem animasyon filmlerinde görmüş olduğumuz kısa süreli de olsa gözüktüğünde bizi eğlendiren bir yan karakter yok maalesef. Onun yerine Po’yu daha fazla merkeze almaya çalışarak, Kung-Fu’nun felsefesine değinmeye çalışarak geçiriyor zamanını… Kötümüz ise saf kötü, ne olursa olsun amacına ulaşmaya niyetli, tipik bir kötü.
Film farkını en çok Öfkeli Beşli’nin yaratımında ortaya koyuyor. Kung-Fu’nun efsanevi dövüş stillerinin adlarını aldığı hayvanlarca oluşan Öfkeli Beşli ekibin sevgisini ve saygısını gösteriyor adeta. Hoca Shifu’nun öğrencileri: son derece saldırgan hareket eden Kaplan, büyük kanatlarını kullanarak rakibini döndüre döndüre yenen Turna Kuşu (Crane), Rakibine sinsice yaklaşıp kavradıktan sonra boğma hareketleriyle yenen Engerek Yılanı (Viper), Dört uzvunu ve kuyruğunu son derece akıcı şekilde kullanmak suretiyle rakiplerini şimşek hızıyla darmadağın eden ve dövüş sırasında espriler yaparak çok eğlenen Maymun, saniyeler bazında hareket ederek rakibini yumruklaya yumruklaya yenen Peygamber Böceği (Mantis)’ten oluşan hayvanlardan oluşuyor. Büyük kehanette öngörülen kişi olmayı beklerken Po’nun yanlarına katılmasıyla, Barış Vadisi halkına büyük tehdit oluşturan çılgın,dengesiz ruhlu ve intikam duygusuyla dolu kar leoparı Tai Leng’i durdurmaya çalışıyorlar. Hoca Shifu’nun oğlu olarak gördüğü eski öğrencisi Tai Lung’u durdurmak için yeni öğrencisini eğitmek zorunda kalışı da olayın bir başka yönü.
Son dönemde sık sık karşımıza çıktığı şekilde Kung-Fu panda da herkesin rahatlıkla izleyebileceği bir animasyon olmaya çalışırken mesajını da alttan alta veriyor. Herkesin farklı becerilerinin olduğuna yapılan vurgular, Po’nun babasının yaptığı lezzetli yemeklerinin özelliğinin o bilinmeyen gizli tarifin aslında olmadığının, varolanın kişinin içinde olduğunu belirtiyor. Ne kadar inanırsan o kadar başarırsın mesajı bir yanda çok kolay anlaşılabilir içeriğiyle en azından temposunu iyi ayarlayan bir Panda hikayesi olarak kalıyor. Po’nun hikayesinin örneğin Neşeli Ayaklar’da olduğu gibi “yalnız ve farklı” olanı değilde sadece tezat olanı anlatması bazı yerde sıkıcı olabiliyor.
Son sözü John Stevenson’a vermekte fayda var: “Hepimiz çocuk sahibi ebeveynleriz. Benim iki kızım var. Mark ile Melissa’nın da çocukları var. Çocuklarımızın hoşuna gidecek bir film yapmak istedik. Filmimizin sloganı açık ve net: ‘Kendi kahramanın ol’. Bu cümle, cevabı bulmak için kendi dışımıza bakmamak gerektiği anlamına gelir. Birisinin ortaya çıkıp herşeyi düzeltmesini beklemeyin. Eğer beyninizi iyi çalıştırırsanız, istediğiniz başarıyı yakalamak için ihtiyaç duyduğunuz güç sizde zaten var. Yapabileceğinizin en iyisini yapın yeter…”
Premier Grup